O Güne Hazırlık
Yazar: ALEMDAR
Nisan 1, 2004
Huylarına dikkat eden, sabredip güzel ahlâka erişen, nefs ve ruhunu olgunlaştırarak seyr ü sülûkunu tamamlayan, kötü huylardan güzel ahlaka geçen, halkda Hakk’ı görenler Allah Teâlâ’nın huzuruna daha bu dünyada iken dâhil olurlar.
Vücûdunun her zerresini zikrettirenler ancak Azrail (a.s.)’i en güzel şekilde görürler ve canlarını rahat bir şekilde Hak Teâlâ’ya teslim eder. Zikr-i küll halini yaşayarak, bedenini, zikr ile hayata kavuşturmayan kişinin vücûdunda, zikretmeyen her bir noktada tarifi imkansız sıkıntılar meydana gelir. Yaşantısına riayet etmeyen, gelişigüzel hayat süren, hiçbir kayıt altında bulunmayan, mürşid-i kâmilin gönlünden Hak Teâlâ’nın nurunu içmeyen, bu büyük nimetten mahrum kalır.
“Şüphesiz ki, “Rabbimiz Allah’tır.” deyip, sonra (ihlas ile) dosdoğru olanların üzerine (ölüm anında, kabirde ve haşir meydanında): “Korkmayın, üzülmeyin ve va’d olunup durduğunuz Cennetle sevinin!” diye melekler iner. Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin için dostlarınınız. Hem orada sizin için canlarınız ne çekiyorsa vardır. Yine orada sizin için ne isterseniz vardır.” “Bu Gafur (çok bağışlayan), Rahim (çok merhamet eden Allah Teâlâ) tarafından bir ağırlamadır.” (Fussılet, 41/30-32)
Allah (c.c.)’ın Rasûlü (s.a.v.), huylarımızın güzelleşmesi için, namus ve dilin korunmasına büyük ehemmiyet verir.
Veliler ve mürşid-i kâmiller dillerinin muhafazasına çok dikkat ederler. Çünkü diller, Hakk’ın kalemidir. Nebiler Nebisi Efendimiz (s.a.v.), “Melekler azı dişlerinin üzerinde otururlar. Dil onun kalemi, tükürük de mürekkebidir. Sen ise boş sözler konuşuyorsun. Kişi, Allah Teâlâ’dan, lüzumsuz sözler söylediği için haya eder.” buyurur.
Gerçekleri gören bahtiyar kullar, önlerine kağıt ve kalem koyarlar, ne konuşurlarsa onu yazarlardı. Akşam olduğunda da nefislerini hesaba çekerler, yaptıkları hatalardan dolayı tevbe ederlerdi.
Sıddîk-ı Âzam (r.a.), fuzûli söz konuşmamak için ağzına taş koyardı. Dedem Şeyh Mustafa Hulusi (rh.a.)’nin evlatlarından Hafız Osman Efendi, hanımına, “Beni çok konuşturma; melekler amel defterime sözlerimi kaydediyor.” der. Murakabenin anlamı da zaten; yeme, içme, oturup-kalkmamızda Rabbimizin bizi gördüğünü, her halimize şahit olduğunu unutmamaktır. “Şüphesiz Rabbin her zaman gözetlemededir.” (Fecr, 89/14)
Dakikada altmış defa tecelliye mazhar olan, her zaman Rabbimizin gözetiminde olan kalb hiç temizlenmez mi?
Sünnet, nişan, düğün ve bayram merasimleri için evlerimiz tertemiz edilir de; Allah Teâlâ’dan gelen nur, tecellî, varidat, füyûzât, manevi coşkunluk, ilim, hikmet, marifet ve Rabbimizi tanımanın mekanı olan gönül; hiç, nifak, küfür, şirk, isyan ve masivadan, Allah Teâlâ’nın dışındaki arzulardan temizlenmez mi? Nur ve tecellilere erilmez mi?
Belli gün ve aylarda maaşının yanında ikramiye alanlar, bu fazlalıktan dolayı ne kadar da sevinir. Halbuki bu geçici bir dünyalıktır. Bizler de; kullukta daim olanlar, gözyaşlarıyla taatlerini yerine getirenler, bağrı yanık âşıklar, seher vakti ve cuma gecelerinde, üç aylar ve kandil gecelerinde, Rabbimizin manevi ikramlarına kavuşan ehlullahın tarif edilmez zevkine erişmek için yarışa girelim. “Artık çalışanlar da bunun gibi (bir murad için) çalışsınlar. Böyle (bir nimete) konmak mı hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?” (Sâffât, 37/61-62)
“Temiz et gönül evini
Dost gelicek kondurmaya.”
der Yunus Emre.
Cenâb-ı Hak, “Ya Davut! Misafir olmam için kalbini temizle.” buyurur. Ameller; gönlün ihyasıyla, manen hayata kavuşma ile Hak Teâlâ’nın katına yükselir.
Bir merasim için, doğum, düğün, mezuniyet, ziyaret v.s. günler için şekerler, pastalar hazırlar; kurdelelerle, güller ve çiçeklerle süsler, götürürüz. Davetlere, giyinir-kuşanır da gideriz. Gömleğimizde bir leke olsa, utancımızdan yerlere geçeriz, rezil oluruz el-alem içinde. Ebedî saadetimiz için, Cennet ve Cemâl’e kavuşmak için, elest bezminde, ruhlar âleminde verdiğimiz sözün yerine gelmesi için; namaz, oruç, hac, zekat, iyiliği emir ve kötülükten kaçındırma; evrat ve ezkârımızı Hak Teâlâ’ya en güzel bir şekilde sunma görevlerimizi mükemmel mânâda îfâya çalışalım.
Enbiyanın, evliyanın ve bütün mahlukatın bir araya geldiği mahşer âleminde utanmamayı istiyorsak; Rabbimizin huzuruna; gönlümüzü, gözümüzü, bütün âzamızı isyandan koruyarak gidelim. Herkes için bir dert ve elemin olduğu o günde mahcup olmamak, af ve mağfiretimiz için, bir defa elimize geçen bu dünya fırsatını iyi değerlendirelim.
“Onlar, gerçekten kendilerini, (dehşeti pek) büyük bir gün için yeniden diriltilecek kimseler olduklarını sanmıyor(lar) mı?” (Mutaffifîn, 83/4-5)
“O gün onlardan her bir kişinin, kendine yetecek bir işi vardır!” (Abese, 80/37)
O müthiş günde rezil olmamayı istiyorsak azığımızı alalım.
Yapayalnız kalacağımız o mekanda, başkalarından gelecek; mevlid, hatim ve fatihalara umudumuzu bağlamayalım. Feneri önden gönderelim. Kısmetimiz her zaman gelsin.
Öldükten sonra, hayır ve şerrin kayda geçtiği, defterlerin kapandığı günde, amel defterlerimizin kapanmamasını istiyorsak, şahsına ve çevresine faydalı evlatlar, ilminden ve irfanından istifade edilen kimseler olalım; hayrı devam eden iyiliklerimiz olsun, herkesin faydalanacağı mescid, mektep, yollar, köprüler, vakıflar kuralım.
“Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah Teâlâyı zikretmek ve O’na yaklaştıran şeyler, ilim öğreten ve öğrenmek isteyen öğrenci bundan müstesnadır.”